‘Çatlak’ derin, sızıntı büyük

Geçtiğimiz Salı akşamı Tiyatro Sardunya ve ekipten Duygu Şahlar’ın emeği ile ortaya çıkan ‘Çatlak’ oyunu ikinci kez Mersin’de sahnelendi. Oyunun duyurusunu gördüğüm an ikinci kez izleme isteğinde tereddüt etmedim. Sanırım oyuna emek verenlerin söylediği gibi bütün kadınların ortak hikayelerine selam veriyorlar ve ben de payıma düşen selamı almışım.

Hayatımızın her döneminde, farklı zaman aralıklarında kendi hikayelerimize dönüp bakarken, onları sesli ya da sessiz dillendirirken içimize sinen cümleler kurmak istiyoruz. Vardığımız noktaya kadar olan hikayelerimizi bazı anlar kahkahalarla bazı anlar ise ağlamaklı olarak anlatabileceğimizi biliyoruz. İşte Ayten Kaya Görgün’ün ‘Çatlak Kızlar Sağlam Kapıda’ adlı romanından uyarlanan bu oyun bize sunduğu hikayelerde etrafımızı bulut gibi sarabilen bir sızıntı bırakıyor geride. Bildiklerimiz, yeni fark ettiklerimiz ve görmezden geldiklerimizden oluşan bir bulut.

Bütün bu hislerin yanında gelen tanıdıklık hissi oyunu izleyen, başımı her çevirdiğimde gülümsemesini gördüğüm kadınların da içinde olmuştur diye tahmin ediyorum. ‘Çatlak’ koskoca bir hikaye. Ama küçüklükten bildiğimiz bilmece gibi; çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane. Bir kocaman hikayenin içinde bir sürü hikaye, bir sürü kadın ama tek bir ses. Duygu Şahlar’ın yeteneği ile birleşince, Meral’in hikayesi içinde yine onun sesinden en az dört beş kadının hikayesini kendi hikayelerimiz gibi dinledik. Bu arada bir tiyatro oyununda dinlemekti bu kez yapmamız gereken. Her şeyi bırakıp bir kadının etrafına doluşup ne anlattığını dinlemek. Dinledik biz de.

Tek bir bank üzerinde yıllardır babasını görmemiş ama babasının gülümsemesini hala nefes almadan anlatan Meral’le tanışıyoruz önce. Başlıyor hikayesini anlatmaya. Aile, anne, babaanne, kız kardeşler, Mete Hala, baba. Tek tek hikayelerini anlatamam size. Ama tanıştıklarımı anlatabilirim.

Annesini tanıyorum. Ona öğretilenlerle büyümüş, toplumun, ailesinin ona doğru ve yanlış dediği her şey önce kural sonra zincir olmuş etrafında. Hepimize tanıdık gelir bu. Biliriz aslında bir kuşak öncesinde ‘kadın dediğin’ böyle olur diyerek tüm ataerkil dayatmaların, gelenekselciliğin şırınga ile verili gibi verildiğini. Bu hikayede yıkılışları, ayağa kalkışları izleriz.

Kız kardeşleri tanırız sonra. Ayrı hayalleri, amaçları, sözleri olan kadınlar. Ama kendi sesini bulmaya çalışan kadınlar. Çoğu sahnede kahkahalarla güldük. Kardeş çatışmalarına gülmek de, genç yetişkin olmaya başlayan kadınlara öğretilmeye çalışılanlar da sızdı aramıza.

Sonra tüm ailenin yüzünde her daim gülümseme bırakan, anlattığı hikayelerle büyüleyen Mete Hala ile tanıştık. Evin babaannesi ile sürekli çatışan, hikayeler anlatan ve karakterler arasında da beni en çok kendine çekendi sanırım. Eliyle, koluyla, diliyle, cümleleriyle sanki dinleyenlerini bir şemsiyenin altına alan kadın. Demiştik ya bildiklerimizi, yeni fark ettiklerimizi ve görmezden geldiklerimizi anlatıyor bize. Duygusal halimiz ve zihnimiz o kadınlara adapte olmaya çalışıyor. Çok hızlı da başarabiliyoruz bunu. Oyunu ilk kez izleyen bir kadının kocaman gülümsemesinden fark edebiliyorum. Biz de Meral gibi soluksuz anlatmak istiyoruz belki. Anne gibi düştüğümüzü sandığımız an kalkabilmenin yolunu arıyoruzdur. Meral’in ablalarından biri gibi kendi ayaklarımız üzerinde nasıl duracağımız geçmiştir içimizden. Ya da kocasının o başlık parasıyla seni alacağıma öküz alsaydım demesi üzerine köy kahvesini iki öküzle basan kadın Fidan Teyze’yi idol almak istiyoruzdur. Mete gibi renkli bir şemsiye olmak istiyorumdur belki de.

Çatlak ismiyle de, roman haliyle de, 75 dakikalık enfes tek kişilik oyun haliyle de eminim hepimize farklı şeyler hissettirdi. Çoğumuz büyüdüğümüz evin salonundan katıldık Duygu’nun sesine. Kendi sesimiz çınladı arada kulaklarımızda. Bunu ikinci kez yaşamanın keyfiyle ayrılmak harikaydı. Oyun sonunda Duygu’nun seyircilerle sohbeti sırasında yeni bir farkındalık daha geliyor. Bu hikayeyi bize sunan da tanıdıkmış, hikayeler hep birbirine dolanmış. Hepimizinki gibi.

Ceren İnan

Paylaş

İlgili Yazılar