Fatma bize ne söylüyor?

Yazan: Güler Cengiz

Epeydir izlediğimiz filmlerde ya da dizilerde bir öyküyü başından sonuna dek adım adım takip edemiyoruz. Anlatım tarzlarından kaynaklanıyor bu. Ortadan bir tuğla çekilip gösteriliyor, ne öncesine ne de anlatılan zamanın sonrasına dair bir bilgi verilmiyor. Arada flashbacklerle başka bilgileri de önümüze koyuyorlar elbet ama bütün bu atlamalı sıçramalı zaman dilimlerinden bizim bir bütün oluşturmamızı istiyorlar. Yani bir torba puzzle’ı ortaya döküp birleştiriyorlar, kayıp parçaları da bize aratıyorlar. Bu tarz, seyirciyi de yaratının içine sokmak için en etkili yöntem. Kuşkusuz izleyen için müthiş bir haz aynı zamanda. Fakat bu yöntemin bana göre şöyle bir kusuru var: Eseri ortaya koyan bir yerden sonra yok oluyor. O, hiçbir şey söylemiyor, kayıp parçaları bulup yerleştiren kişi -yani ben, sen- kendince anlamlar yüklüyor, sözü o söylüyor. Eserin fiziki yaratıcısı değil, ortadaki çağrışımlardan, görüntü kırıntılarından yola çıkarak, eseri zihnen yeniden yaratan kişi, etkin oluyor.

27 Nisan’da Netflix’te gösterime giren Özer Feyzioğlu ve Özgür Önürme’nin birlikte yönettikleri Fatma dizisi aynen böyle bir dizi. Öncelikle izlemeyenler için kısaca özetlemek gerekirse, Fatma, kocası cezaevine girdikten sonra otistik oğluyla bir başına kalmış, gündelikçi olarak çalışmak zorunda kalmış bir kadındır. Kocası cezaevinden çıktıktan sonra ortadan kaybolur. Fatma kocasını ararken, oğlunu bir kazada kaybeder. Yine kocasını aradığı günlerden birinde, kendini koruma güdüsüyle birini öldürür. Bu, onu, art arda işlemek zorunda kalacağı bir dizi cinayete sürüklerken, aynı zamanda kendisi ve geçmişiyle de hesaplaşacağı bir yola çıkarır.

Bir solukta izlediğim dizi bitince durup düşündüm. Özer Feyzioğlu ve Özgür Önürme ne anlattı, onların derdi neydi, ben ne çıkardım bütün bu izlediklerimden? Çünkü ilk izlediğimde bariz senaryo boşlukları, kurgu hataları, zaman ve mantık tutarsızlıkları (ama bu durum bizim için bir avantaj) fazlasıyla göze batıyordu. Polisiye mi, ağır bir dram mı, psikolojik gerilim mi, yoksa ilerde (2. Sezon için hala bir umudum var) fantastik bir süper kahraman öyküsü mü izliyorum sorusu, son ana kadar devam etti. Eminim izleyen herkeste öncelikle şu düşünce belirmiştir:  ‘Yazık güzel bir film, yine her konunun içine boca edilmesiyle mahvoldu.’   Çünkü felaketler geldi mi peş peşe gelir sözünü haklı çıkarırcasına, Fatma’nın da başına, bu toplumda kadınların maruz kaldığı tüm felaketler eksiksiz gelir.

Özgür Özürme’nin hem senaryosunu yazdığı hem de Özer Feyzioğlu’yla birlikte yönettiği, 6 bölümlük ve 40-45 dakikalık dizinin hakkını başta teslim edeyim. Başarılı bir iş olmuş, defalarca hiç sıkılmadan rahatlıkla izletiyor kendini. Burcu Biricik, bir süredir (günümüzün Kemalettin Tuğcu’su Gülseren Buğdaycıoğlu dizileri yüzünden), hep aynı rollere maruz kalsa da, Fatma’da özgün bir karakter çıkarmayı başarmış. Mehmet Yılmaz Ak, Uğur Yücel, Hazal Türesan, Gülçin Kültür Şahin, Olgun Toker, Deniz Hamzaoğlu, Umut Kurt ve Çağdaş Onur Öztürk başarılı performanslarıyla hikayeye katkı sunmuşlar.

Gelelim ‘Fatma Bize Ne Söylüyor’ faslına. Özgür Özürme’nin senaryosu çocuk istismarından tacize, yoksulluktan mafyatik işlere, artık her kentin belası olmuş bitmez tükenmez inşaatlardan insan sömürme aygıtına dönüşmüş sigorta ve hukuk şirketlerine, otistizmden eğitim sistemine, Kürtlük üzerinden etnisite de dahil, neredeyse bu ülkenin tüm sorunlarını heybesinin içine koymuş. Burada da hakkını teslim edeyim, bütün bu anlatıların hiç biri bana batmadı, kanırtmadı. Hepsi hayatın doğallığı içinde, sadelikle ortada öylece görünüyor.

Dedik ya, ortaya bir torba puzzle döküp, kayıp parçaları da bize aratıyorlar diye. İşte o kayıp parçaların en kötüsünü başta söyleyeyim arada kaynamasın. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmeye çalışıldığı, kadın hareketinin ve siyasal yapıların buna karşı “Sözleşmeden de Hayatlarımızdan da Vazgeçmiyoruz” diyerek, sürekli eylemler geliştirdiği bu dönemde, benzinlik sahnesi ilginç bir tezat ortaya koyuyor. Can havliyle sığındığı benzinlikte, Fatma’nın tetikçisiyle kavgasını, kocasının şiddeti sanan kasiyer durumu polise haber verir. Fatma tetikçisinden şikayetçi olmayınca polis ikisinin de gitmelerine izin verir. Saatler sonra Fatma tek başına yeniden aynı benzinliğe sığınır ve bu kez onun arandığına dair polis anonsu duyulur. Ona yardım etmek için çırpınan kasiyer kadın çok şaşırır. Önürme’nin, boş bıraktığı birçok sahneyi biz kendimize göre yorumlayabiliriz ama bu sahneyi değil. Çünkü burada sözünü net söylüyor. Fatma benzinliğe yeniden dönmeseydi, ‘her konudan biraz kuralı’ gereği sorun olmayacaktı. Bu sahne özelinde İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar için ne kadar değerli olduğunu, kadınların hayatlarını nasıl kurtardığını, kadın dayanışmasının öneminin altını çizdiğini söyleyebilir, övgüler dizebilirdik. Ama Önürme, Fatma’yı yeniden benzinliğe döndürerek, kasiyer kadın üzerinden, ‘senin o canhıraş kurtarmaya çalıştığın, hatta uğruna canını tehlikeye attığın mağdur kadın, aslında bir katil’ dedirtiyor. Hiçbir şey göründüğü gibi değil, gördüğün her kavgaya, şiddet durumuna müdahale etme, uzak dur diyor. Fatma’yı benzinliğe ikinci kez bu şekilde getirmek, bilinçli bir tercih. Bence Fatma Bize Ne Söylüyor’un en kötü ve karanlık sözü bu. Görünüşe aldanma, senin saf, güçsüz sandığın kişi aslında bir canavar olabilir.

Ayrıca heybenin içine renk katsın diye koyulmuş, öyküye beş paralık katkısı olmayan Melis Sezen’in canlandırdığı Ekber’in sevgilisi var. Her tip kadın olsun diye öyküye dahil edilmiş, anladık tamam da, her genç ve güzel kızı, böyle anadan üryan dolaştırmak zorunda mısınız sevgili yönetmenler? Üstelik erkekleriniz boğazına kadar kapalıyken? Nedir yani?

Benim en sevdiğim kayıp parçaya gelirsek, Fatma’yı neredeyse fantastik bir kahramana dönüştürmeye aday olan özelliği, görünmezliği. Bunu da çok güzel bir meteforla yapıyor. Polislerin onu fark etmemesi, görmemesi, duymaması.  Bu durum izleyicilerin çoğu tarafından alaya alınmış. Polislerle dalga geçilmiş diye kızılmış. Polislerin içinde elini kolunu sallayarak cirit atmasına ‘yok artık bu kadar da olmaz’ demişler. Yo valla, bence ‘var artık’, nasıl mı?

Yaratıcısı tarafından, öykünün bir polisiye olarak ilerleyebilmesi için açık bırakılmış bazı boşluklar, izleyicilere inanılmaz fırsatlar veriyor. Bence Önürme ve Feyzioğlu’nun (belki tesadüfen denk geldi ama) yarattığı bu metaforun polisi salak gösterdiği, dalga geçtiği falan yok. Açıkça tercih edilen bir gerçek, gözler önüne serilmiş. Polis, gözünün önünde tüm çıplaklığı ile duran gerçeği görmüyor. Onu açığa çıkarmak için sorması gereken doğru soruları sormuyor. Polislerin gözleri buğulu, sisli, net değil. Öyle olmasa, tüm Türkiye’nin en küçük ayrıntısına kadar bildiği ama bir türlü açığa çıkmayan bunca cinayetler, faili meçhuller, soygunlar, talanlar nasıl olurdu? Mesela bugünlerde (yeni Netflix dizimiz) Sedat Peker’in diline doladığı ama bizim çok daha öncesinden bildiğimiz Yeldana Kaharman ya da Nadira Kadirova’nın ölümü. Kamuoyuna intihar diye lanse edilse de durumun ne olduğunu herkes biliyor. Ya da kamuoyunda aydınlanmadan, soruşturulmadan öylece kapanan ama bununla tüm topluma mesaj veren, baskı iklimi yaratan olayların, cinayetlerin neden, nasıl olduğunu ve nasıl yapıldığını… Veya aylardır kendisinden haber alınamayan Gülistan Doku’nun ve Hurmiz Diril’in akıbetinin ne olduğunu tahmin etmek o kadar da güç değil herhalde. Neyse dönelim diziye.

Fatma her ifadeye çağrıldığında aslında yaptığını itiraf ediyor ama polis onu duymuyor, komiserin odasında düşürdüğü kapı gibi delili görmüyor. Fatma’nın işlediği cinayetlere ilişkin polisin elindeki tek delil, kamera kayıtları. Ama onlarda da ya görüntü net değil ya da Fatma’nın arkası dönük, yüzü yok. Alın size bir başka Türkiye gerçeği. Her sokakta bizi boy boy çeken kameralar, kalantor biri ya da karşı bir güç tarafından yapılmış tüm saldırılarda aniden bozuluverir. Görüntüler silikleşir, puslanır. Her şeyi gören kameralar aniden görmez olur. Hrant’ın öldürüldüğü sokakta onca kamera vardı ama o gün hiç biri çalışmıyordu. Ben Hrant dedim siz başka bir isim koyun. Fark etmez.

Bunu tamamlayacak bir başka boşluk, ya da kayıp halka, hem hukuk hem de inşaat şirketini de içinde barındıran Argah Holding’in varlığı. Mesela kazada ölen bir çocuğun ailesinden tazminat isteyebilecek kadar kan emici olan hukuk şirketinin, koca şirketi havaya uçurmasına karşı Fatma’dan şikayetçi olmaması da çok ilginç. Neyse, öyküdeki grift ilişkiler ağında önemli bir halka ama şimdilik yeterli veri yok elimizde. Fakat bu kadarıyla bile kokuşmuş, sadece zenginler ve parası olanlar için işleyen bir hukuk düzenini foş etmesi açısından kıymetli bir mevcudiyet.

Fatma, dizi boyunca kimsenin dikkatini çekmeyecek kadar sıradan, silik resmedilir. Taciz hayatının doğal bir parçasıdır. Kendisine yapılan haksızlıklara karşı bir kabulleniş içindedir, kimsesizdir, çaresizdir. Oğlunun ölümüne alışamamış, hala onun bıraktığı şekilde evini muhafaza eder. Çalışmasına rağmen elektriğini ödeyemeyecek kadar acizdir. Kocası ve oğlu olmadan o bir hiçtir. Yani bir ölüdür. Ama bu döngü, kendini savunmak için kazara öldürdüğü Şevket’ten sonra değişir. Öldürdükçe kendine gelir. Yavaş yavaş güven kazanır, saf ve aciz görüntüsünden sıyrılıp zeki bir kadına dönüşür. Kendisine yönelen her tehdidi ortadan kaldırdıkça, bilinci açılır, arınır ve kendisi temizlenir. Fatma, kocası Zafer’i arama yolculuğunda, asıl kaybettiği kişinin kendisi olduğunu fark eder. Oğlunun ölümüyle toprağa gömdüğü benliğini adım adım geri alır ve orada kendi gerçeğiyle karşılaşır.

Dizide farklı okumalar yapmamıza yarayacak başka bir çok kayıp parça var ama bence onlar için acele etmemek gerek, ikinci sezonda hikaye nasıl evrilir bilemeyiz. Mesela Yazar karakteri öykünün içinde kanlı canlı biri mi yoksa izlediğimiz Fatma onun yarattığı bir kişilik mi? Şimdilik görünen, yolu Fatma’yla kesişen, kanlı canlı biri gibi. Mesela Fatma’nın çocukken kız kardeşiyle oynadığı samanlık gibi bir yerde köylülerden birinin saldırısına uğraması. Orada olan olayın tüm köylülerce bilinmesi ama kimsenin buna dair tek şey yapmaması, görmemesi, yokmuş gibi davranması. Tıpkı polisler gibi. Şimdilik çocuk istismarı diye okumayı tercih ettiğimiz bu olayın daha sonra nasıl yön alacağını bilmiyoruz.

Ayrıca asıl büyük kayıp parça Fatma’nın içindeki öldürme dürtüsü acaba ilk ne zaman uyandı?

Paylaş

İlgili Yazılar