- Aile mevhumu - Nisan 25, 2022
Şu sıralar bildiğiniz üzere kadın cinayetleri ve kadina yönelik şiddetle mücadele amacı ile 2010 yılında kurulan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ ne yönelik bir kapatma davası var gündemde. Suçlama nedir diye baktığımda ise “kadın haklarını savunmak kisvesi altında aile mevhumunu yok sayarak aile yapısını parçaladığı” iddiasını gördüm. Aslında bu iddiaların doğru bir yanı var bence şöyle ki; bu söz konusu dernek ve benzeri diğer oluşumların, bugünkü aile yapısını yapısını parçalamak, bugünkü dayatılan aile kavramını, algısını eleştirdiğini ve dönüştürmek istediğini ben de düşünüyorum. Tabi ben bu iddialara katılıyorum bunları suç olarak değil hak olarak görüyorum orası ayrı.
Peki nedir bu kadınların bu aile yapısı ile dertleri, bugün dayatılan aile olgusu nedir ve neden değişmeli? ‘aile mevhumu’ diye geçen yapı günümüzde sadece kadın-erkek ve çocuklardan oluşan, sadece ve sadece kutsal evlilik bağı ile başlayabilen, bunun dışında başka hiçbir koşulda oluşmasına asla ve katâ müsaade edilmeyen ‘ çekirdek ailedir aslında. Bu yapının içinde herkesin görevi, durduğu yer, yapması gerekenler de bellidir ve bunların da dışına çıkamazsınız; kadın çocuk doğurur, çocuğu büyütür, evi temizler, herkesle ilgilenir, ailenin reisi olan babaya itaat eder, dayak da yese, işkence de görse katlanır, kendinden başka herkesi düşünür ve hayatını onlara adar, erkekse çalışır, eve ekmek getirir, aileyi yönetir, korur, hep son sözü söyler gibi gibi. Bu yapının başlaması kolay bitirmesi de bir o kadar zordur, ama yine de bitmesi için de kurallar belirlidir. Gördüğümüz gibi bu herşeyi ile mükemmel bir şekilde sınırları çizilmiş ve belirlenmiş bir yapının mükemmel bir şekilde işlemesi beklenirken, tam tersine işlemeyen ve tıkanan bir sistem olarak içinde var olmaya çalışan tüm bireyleri mutsuzluktan, umutsuzluktan öldüren bir işkenceye dönüşmüştür. Bu aile içinde kadın da mutsuzdur, erkek de mutsuzdur, çocuklar da mutsuzdur. Hiçbiri benliğini bulamaz, bu zoraki sisteme aidiyet hissedemez ve çözülmeler başlar, en hafif tabiri ile boşanma, işkence, hakaret, dayak, baskı, zulüm, isyan ve cinayet…
Bu bireylerin bu aile yapısında aidiyet hissedememeleri çok normaldir çünkü yapı resmen insan varoluşuna ters ve zorlanmadır. O halde aile dediğimiz şey gerçekte nedir? Aile zararlı ve yok edilmesi gereken bir şey midir? Bunun için tarihsel sürece bakmalıyız, aile yapısı tarihsel süreçte hiçbir zaman bu kadar daraltılmadı. Bu süreç elbette ki sanayii devrimi ile başladı. Sanayi devriminin bir gerekliliği olarak işçilerin düzenli bir hayata ihtiyacı vardı ve bunun için de evlilik kurumu geçmişte olduğundan daha da fazla kutsallaştırıldı (tabiki tek sebep bu değil ve onlarca sebebi de vardır ama konuyu daraltmak için kısa tututum). Ondan önce de aile, kutsal evlilik kavramı elbette vardı- hatta İsa’nın kutsal üçlüsü ile çekirdek ailenin anne, baba çocuk üçlüsünü bağdaştırmak da mümkündür- ama dediğimiz gibi bu kadar dar ve yavan bir yapı olmasını sanayi devrimine bağlayabiliriz.
Aslında aile kavramı dediğimiz şeyin insanlık tarihi kadar eski olduğunu söylemek bilimsel anlamda da mümkün değildir. En basit tabiri ile insanlığı; yerleşik hayata geçen insanın, tek başına hayatta kalamaması, ancak topluluk hâlinde olarak var olabileceği gerçeği, aileleri, toplumları, kabileleri, şehirleri ve dahi devleti kurmak zorunda bırakmıştır. Hal böyle olunca bu sistemlerin işlemesi için de belirli kurallar ve zorunluluklar ve de din doğmuştur. Tüm bunların hepsi insanların bir arada yaşamak zorunda kaldıkları için yarattıkları yapılardır. Bu yapılar tarihsel süreçlerde de zamanın getirisine ve ihtiyaca uygun olarak değişmiş ve dönüşmüştür. Sanayii devriminden önceki aile yapıları çok daha kalabalık ve aidiyet duygusu daha yüksek yapılardı. Eksiği ile geldiği ile toplumsal yardımlaşma ve yer bulma, var olma bireyler için görece daha az sıkıntılıydı.
Aslında biraz karmaşık da gitsem varmak istediğim nokta çağımızda bu yapının hali hazırda gelmiş olduğu son noktanın, bireylere uymadığı, bireyi tek başına tüm sorunları üstlenmek zorunda bıraktığı, aidiyet ve güvenlik duygusunun yok olduğu, giderek çaresiz ve yalnızlaştığı bir dünyaya evrildi. ‘Aile’ de ‘dil’ gibi insan yaşadıkça yaşayan, değiştikçe değişen bir olgudur. Dil nasıl çağın gerekliliğine uygun olarak eskiyi unutup, yeni ihtiyaçlara göre yeni kelimeler buluyorsa, aile kavramı da yeniye göre evriliyor. Örneğin artık insanlar sadece kendi ve köpeği ile bir aile olduğunu ya da kendi, eşi ve kedisi ile bir aile kurduğunu ya da teyzeleri, dayıları, kuzenleri ile aile olduğunu ya da babası olmaksızın annesi, ablası, kız kardeşi, anneannesi ile bir aile olduğunu ya da kendisi ve üç arkadaşı ile aile olduğunu ya da kurdukları komün köyde hiç bir akrabalık bağı olmayan onlarca insanla aile olduğunu söylüyor. Bunlar sadece benim aklıma gelen örnekler, o kadar çok çoğaltılabilir ki.
Bu dernekler ve örgütler söylese de söylemese de, kapansa da kapanmasa da değişim, talepten ve ihtiyaçtan doğar ve değişim siz ne kadar önünde dursanız da, ne kadar engelleseniz de, ne kadar yok saysanız da kaçınılmazdır.