Kadından kadına çağrımız: İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!

Temmuz ayından bu yana İstanbul Sözleşmesi kadınlar ve iktidar arasındaki en önemli çatışma zeminlerinden biri haline geldi. Çünkü pandemide daha net görüldü ki kadınlar açısından da iktidar açısından da İstanbul Sözleşmesi yaşamsal bir yerde duruyor. Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi Türkiye tarafından çekincesiz olarak 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanmış ve Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve kanun niteliğindedir. İstanbul Sözleşmesi ve İstanbul Sözleşmesi’ne dayanarak çıkarılan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair kanun” kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadele edilmesi için en kapsamlı yasal araçlar.
Yandaş basın, sözde “mağdur erkekler” gibi platformlar, tarikatlar, cemaatler tarafından çok uzun zamandır İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 sayılı yasaya saldırılar sürüyordu. Zaman zaman artan saldırılar, kadınların direnişi ile karşılaşıyordu . Kadın hareketi bir yandan bu saldırıları püskürtürken, bir yandan da erkek şiddetinin önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi ve 6284’ün uygulanmasını sağlamak üzere mücadele yürütüyordu. Temmuz ayı başlarında Numan Kurtulmuş’un “nasıl usulünü yerine getirerek imzalanmışsa, usulünü yerine getirerek de sözleşmeden çıkılır” sözüyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gündeme geldi. Sonrasında Erdoğanın “halk istiyorsa kaldırın” talimatı vermesi ile de AKP MYK’sında tartışılmaya başlandı. Tabii ki İstanbul Sözleşmesi cemaatlerin ve tarikatların da odağında yer aldı bu süreçte. Çünkü Sözleşme toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda yükümlülükler getiriyordu ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması ataerkil aile yapısını derinden sarsmak demekti. Tabii ki iktidarın tercihi de cemaatlerin, tarikatların seçimi de patriyarkadan yana olacaktı. Ancak İstanbul Sözleşmesi’ne saldırılar kadınların direnişine çarptı ve kadın mücadelesi bir kez daha iktidara geri adım attırdı. Kadın mücadelesinin etkisiyle iktidar içinde bile bu konuda çatlaklar oluştu.
Pandemi koşullarına rağmen kadınlar açısından hareketli bir yaz geçirdik. İstanbul Sözleşmesi’ni ve yaşamlarımızı savunmak için sokakları doldurduk, eylemler yaptık, forumlar gerçekleştirdik, parklarda, meydanlarda birbirimizle buluştuk. Kadından kadına çağrımızı yükselttik: İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz! Ve haklarımızı tek tek birbirimize anlattık. Çünkü İstanbul Sözleşmesi bizler için yaşamsaldı. Bunu pandemide çok daha iyi deneyimledik. Kapanılan evlerde kadınlar ve çocuklar şiddet failleri ile baş başa kaldı. Af yasası ile kadına karşı şiddet suçluları, istismar suçluları kadınların ve çocukların yaşadıkları evlere gönderildi. Karantina koşullarının yol açtığı sonuçlardan biri de erkeklik krizi oldu. Kamusal alandan uzaklaşan erkeklerin tek iktidar alanı olan evlerde şiddet de her geçen gün arttı. Devlet İstanbul Sözleşmesi ve 6284’ün gereklerini yerine getirmedi. Günde ortalama 3 kadının öldürüldüğü bir cins kırımıyla karşı karşıyayız. Ve biliyoruz ki bu cinayetler önlenebilir. İstanbul Sözleşmesi ve İstanbul Sözleşmesi’nin gereği olarak çıkarılan 6284 sayılı yasa uygulansa bu cinayetler önlenebilir. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesine yönelik; şiddeti önleme, şiddete uğrayan kadınları koruma, şiddeti kovuşturma ve politika üretme konusunda taraf devletlere bağlayıcı yükümlülükler getirir. Sözleşme hükümleri göçmen ve mülteci kadınlara hiç bir ayrım gözetmeksizin koruma sağlar. Erkek şiddetine maruz kalan LGBTİ+’lar da sözleşmenin kapsamındadır. Yani Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve 45 ülke tarafından imzalanan bu sözleşme erkek şiddeti karşısında en etkili araçlardan biridir ve bizler için yaşamsaldır.
İstanbul Sözleşmesi’nin bizler için yaşamsal olduğu gerçeği kadar, iktidar açısından da sözleşmeden çıkılması “yaşamsal”bir yerde yani varlık sebebi olarak duruyor. İstanbul Sözleşmesi kadınları şiddete karşı koruması, şiddetin önlenmesi için toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alacak politika üretmeyi zorunlu kılıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ise kadınların ücretsiz emeğinin ev içerisine hapsedildiği geleneksel aileyi derinden sarsıyor. Ataerkil kapitalist sistem ne zaman krize girse, krizden çıkmanın yolunu kadınların bedenleri ve emekleri üzerindeki denetimi artırmakta, bunu da kadınların haklarına saldırmakta buluyor. Pandemi dönemi ise kapitalist sistemler açısından benzersiz bir kriz yarattı. Bu krizi aşmanın bir yöntemi olarak pek çok ülkede yaşamın merkezinde yer alan temel hizmetlerin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı aile kurumu içerisinde kadınların omuzlarına yıkıldığı ve evlerin bir toplumsal yeniden üretim merkezi haline geldiğini söyleyebiliriz. Türkiye açısından da kadınların emeğinin aile içerisine hapsedilmesi sistem açısından merkezi bir yerde duruyor. Devletin sağlaması gereken tüm kamusal hizmetlerin neredeyse tamamı evlerde kadınlar tarafından karşılanıyor. Tabii ki sistem bunu ataerkil güç ilişkilerinden ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden beslenerek sağlıyor. Kadınlar üzerindeki erkek şiddeti ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri kadınların ev içi emeğinin baskı altına alınmasını sağlıyor. Yönetme biçimi olarak baskıyı ve şiddeti araç haline getiren iktidar, kadınlar üzerindeki baskıyı da erkek şiddeti ile sağlıyor. Bunu da İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamayarak, erkekleri cezasızlıkla ödüllendirerek, ya da kadın düşmanı politika ve söylemlerle erkekleri cesaretlendirerek yapıyor. Tam da bu noktada İstanbul Sözleşmesi kadınların şiddet karşısında kendisini ve birbirini savunduğu bir araç olarak iktidar açısından tehdit oluşturuyor ve bu tehditten de kurtulmak istiyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmaları kadınlara şiddet olarak yansıyor. Yani aslında İstanbul Sözleşmesi’nin pazarlık konusu haline getirilmesi kadınların, çocukların, LGBTİ+’ların hayatlarının pazarlık haline getirilmesi anlamına geliyor. Ancak kadınlar olarak tüm yasaklara, baskılara, cezalara rağmen İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. Mücadele ile kazandığımız haklarımızı yine mücadele ile savunacağız. Yaz sıcağında sokaklarda, meydanlarda mücadele ederek AKP-MHP ittifakına geri adım attırdık, şimdi de İstanbul Sözleşmesi’ni uygulatacağız..

Paylaş

İlgili Yazılar