Güvenli mi alanlarımız?

Nalan Turgutlu Bilgin
Son YazılarıNalan Turgutlu Bilgin (tümünü gör)

Zar zor kendimi yataktan kaldırıp üstüme öylesine bir şeyler geçirdikten sonra günlerden beri ilk kez kelimenin tam anlamıyla kendimi sokağa atıyorum. Anlamsızca, amaçsızca yürümek belki biraz olsun kafamdaki sesleri susturur diye umuyorum. Tanıdık kimseyle karşılaşmamak için sabahın köründe çıkıyorum. Yüzümü kesen ayaz işe yarıyor ve dikkatim kaynayan düşüncelerimden yüzüme kayıyor. Bir adım bir sonraki adımı getiriyor ve ben sanki günler sonra ilk kez oksijeni hissediyorum.

Yılın ilk günleri olması sebebiyle sanırım birçok kişi geçen senenin getirdiklerini ve götürdüklerini bir süzekten geçiriyordur. Ama benim aralığım başka, sanki yıllar önce bir aralık ayına takılı kaldım ve çıkamıyorum. İçimi saran hüzün ve boşluk başka bir hisse yer bırakmıyor. Tabii ki yıllarla beraber geliştirdiğim baş etme yöntemlerim var. Devam etmeme güç veren sevdiklerim, sevenlerim, yakınlarım yanı sıra özellikle kadınlar, lubunyalar ve sevgilim var.

Örgütlenmenin en pür ve çıkarsız hali olarak hissettiğim kadın ve lubunya mücadelesine inatla tutunma sebebim de sanırım tüm çıplaklığımla varlığımı ortaya koyabileceğim zemini yaratabileceğimize dair olan net inancımdır… Tabi ki aşka da… Çünkü ne demiştik: dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacak her şey.

Kadınlar ve lubunyalar olarak kurduğumuz bağın en az aşk kadar güçlü bir bağ olduğuna inanırım. Birbirimize inanmamızdaki, birbirimizden vazgeçmememizdeki, birbirimizin yol arkadaşlığında inat etmemizdeki tutkunun gerçekliğine güvenirim.

Bugünden bakınca kişisel kayıp ve yoksunlukların yanı sıra yakın tarihini bu ülkede geçiren çoğu hak savunucusu gibi gündelik hayatta tetiklenmediğim bir an ve alan olmamış gibi. Aksiyon almak zorunda hissettiğim ve tanıklık etmeye asla hazır olmadığım o kadar çok şeyden geçtim ki: yöntemlerimi, ilişkilenmelerimi, etrafımdakileri ve kendimi yoklayacak ahvali bulamadım yıllarca.

Ezberden bildiğimiz yöntemlerle otomatik pilotta sürdürdüğümüz, ömrümüzden dondurduğumuz yıllardan, yollardan geçtik sanki.

Bütün bunlara rağmen yok sayıldığımız ve men edildiğimiz her alanda yılmadan alacaklı olduğumuzu, minnet değil eşitlik istediğimizi haykırmanın haklı coşkusu son yılları atlatmamda önemli bir katalizör oldu benim için şüphesiz. Ezberden pratiklerle yan yanalığın sarıp sarmalaması kadar yara beresinin olması da kaçınılmazdır belki de. Gündeme yetişmekten hatta yetişememekten yöntem ve politika üretmeye gücü bulamayışımıza şaşmamalı. Hep az kişi, hep çok şey… Öyle sakin sakin, aheste aheste yan yana gelemiyorduk bile.

Düşünceler, düşmeler, zar zor ayağa kalkmalar, yorulmalara rağmen devam etmeler, yollar, yokuşlar, yol ayrılıkları, soluksuz kalmalar, kırgınlıklar, kırılmışlıklar bir bir birikiyordu sanki içimizde bir yerde.   

Süreç aleyhimize işlese de kararlıydık birbirimizden vazgeçmemeye ya… Yetiyordu işte… En azından barikatları aşarken… Alanlarda güçlü durmak adına özelde kimsenin tahammülü ve takati yoktu sanki ne birbirine… Ne kendine…

Yürüdükçe ve yol aldıkça boğazımdaki düğüm çözülüyor, zihnimin sisleri bir bir dağılıyordu sanki…

Oysa çok özlemekli, çok coşkulu kavuşmuştuk 2021de birbirimize…

Dünyanın baş edemediği bir salgın sebebiyle 1 buçuk yıl mahrum kalmıştık birbirimizden… Belki de hayatlarımızda ilk kez bir durmuş ve ilk kez kendi beden ve ruh sağlığımıza bakabilecek kadar soyutlanmıştık gündemden.

Hayatlarımızı zoraki durdurmamızın benim için kazanımlarından biri sanırım hayatın akışında bir es verip kendime, ilişkilenmelerime ve pratiklerime bakmanın önemini idrak etmem oldu.

Belki de ilk kez sağlıklı ilişkilenme hakkında bu yoğunlukta düşünmeye zamanım oldu. Kendime nasıl olduğumu, nasıl hissettiğimi soracak vaktim oldu.

Bu süreçte beni şaşkına çeviren en somut şey sanırım tanıdığım ve bu kadar haklı yerden güzel ve eşit bir dünya tahayyül eden insanlar olarak bireysel çıkamayışlarımız ve mutsuzluklarımızdı. Yaşamak yüktü sanki bizlere.

Rüzgâra karşı koşar adım yürürken arızalı yapılarımızı düşündüm. Ezberlerimizi, çıkamayışlarımızı düşündüm. Hani seçilmiş aile deriz ya, seçilmiş ailelerimizle de atanmış ailelerimizle benzer ilişkilenmeler geliştirdiğimizi düşündüm. Kız kardeşliğin güçlü bağını aldığımız gibi hoyratlığını da aldığımızı düşündüm. Alan açmakla umursamamak arasındaki ince çizgiyi düşündüm. En canımız, cananlarımızla konuşamayışlarımızı, farklı tahayyül ve farklı yöntemlerimiz olsa da bu farklılıklarla birlikte yol yürüyemeyişlerimizi düşündüm. Ömürlük bağ diye hissettiklerimizin aslında pamuk ipi misali çözülebileceğini düşündüm. Yargısız ve açık bir iletişimin nasıl kurulabileceğini düşündüm. Yaşamak dediğin şey bu kadar performatif bir şeyken feminizmin de, lubunyalığın da, aşkın da bundan azade olamayacağını düşündüm. Çünkü sistem içimizde. Sistemi ayakta tutan yargıçlar içimizde… Kendi iç sesimizde… Politik doğruculuk korkusuyla o kadar kaskatı olmuş ki her bir yanımız önce kendimize tanımıyoruz hata yapma, düşme ve tökezleme hakkını… Gerçeklik dediğimiz yaşamlarımızdaki sahteliğimizi düşündüm. Ve bu sahte gerçekliğe tutunmak adına gözden çıkarabildiklerimizi düşündüm.

2021’de sanırım en çok güvenli alanlarımızı düşündüm. Hem de çok düşündüm. Aşkta ve alanda olmazsa olmaz olan güvenli alanlarımızı.

Düşme, hem fikir olmama, ayrı düşme, tökezleme, saçmalama ve dağıtma haklarımızı düşündüm. Aktivizmin temel taşı sanki bu alanları çoğaltmanın yollarını arayıp bulmak anlamına geliyordu son dönem benim için. Hani duygular kendiliğinden gelir ama düşünceler ve davranışları inşa ederiz ya kendimize ve birbirimize olan gönüllü sorumluluklarımızı düşündüm. Hemfikir olmadan da, aynı yöntemlere sahip olmadan da, artık aynı örgütlerde olmasak da duygu yoldaşlığımızı sağlıklı bir şekilde sürdürmenin sorumluluğunu düşündüm.

Bütün bir dünyayı kabul edip sarmalayabilecek esneklik ve açık gönüllülüğe sahipken hemen yanı başımızdakileri sarıp, sarmalayamama sebeplerimizi düşündüm… Hem de daha düne kadar ciğerini verebilecekken…

Yaşanmışlıklar mı yük, yaşanamamışlıklar mı bilmiyorum. Kaç yanlışımız doğrumuzu götürüyor bilmiyorum? Kaç saçmalama ve dağıtma hakkımız var bilmiyorum. Bu örgütlenme pratiklerimizle barikat dışında kendimizi ve birbirimizi ne kadar güçlendiriyoruz bilmiyorum…

Ama sanki bir eşikteyiz ve durup bütün çıplaklığımızla kendimizi açmadıkça kuralları baştan yazamayacağız gibi hissediyorum. Dönüşümümüzün o çıplaklıktan ve açıklıktan geçtiğini düşünüyorum. Yazılan bütün kurallar gibi bunlarının da zaman aşımına uğrayacağının kabulüyle hareket etmemizin önemini düşünüyorum. Daha çok esneklik, daha çok hata, daha az yargı, daha az yetersizlik, daha az suçluluk bunun yerine daha fazla yöntem, daha fazla yapıcılık, daha fazla kararlılık ve daha fazla kabul düşlüyorum mücadelemizde. Feminizmin ve lubunyalığın ve aşkın yeşerebileceği sağlıklı alanlar yaratabileceğimizi düşlüyorum.

Sahil bendinin sonuna geldiğimi fark edip, durup bakıyorum… Önümde uçsuz bucaksız yerle göğün birleştiği bir mavi… Derin bir nefes alıyorum… Ve…

Kendimizi sevebilmenin yolu birbirimizi sevebilmekten geçiyor hissediyorum… Ve biliyorum ki “bir kadının kendini sevmesi devrimdir!”

Paylaş

İlgili Yazılar