İklim krizi ve feminist ekolojik mücadele

Dünyayı saran, tüm canlıların hayatını tehdit eden iklim değişikliği; siyasi, toplumsal, ekonomik ve ekolojik bir krizdir. Atmosferdeki sera gazının olması gerektiğinden daha fazla birikmesi, ısının dünyada hapsolması, karbon gazı, fosil yakıtlar, termik santraller… İnsan eliyle arttırıldığını bilmekteyiz.

İklim krizi uzak gelecekte gerçekleşecek bir olay değildir. Şu anda yaşamakta olduğumuz bir sorun olarak ele almalıyız. Elbette sadece ekolojiyi etkilemiyor. Ekonomik ve sosyal alanlarda da yıkım yaratmakta. Dünyayı bu yıkımdan kurtarmak yalnızca ezilmeye mahkum edilmiş yerli halkların sorunu olarak görülmemelidir. İçinde bulunduğumuz vahşi kapitalizmin yarattığı sonuç olarak ele alınmalıdır. Hali hazırda içinde bulunduğumuz ekonomik sistem ile devam ederek krize karşı yapay çözümler tartışmak pek de gerçekçi gelmemekle birlikte şiddeti günbegün artan yaşam ihlalinin sürekliliğine hizmet etmekten öteye gitmeyecek gibi görünüyor.

Peki bu kriz herkesi eşit şekilde mi etkiliyor? Ya da etkileyecek mi? Aslında bu sorular tam da bu yazının gündemi olmalı. Ataerkil kapitalist sistemin yarattığı iklim krizi aynı zamanda feminist bir meseledir. İklim yıkımı insanlık tarihinin büyük oranda cinsiyet eşitsizliğini barındırmaktadır.

Kriz kaynaklı toprağından, yerinden olan kişilerin yüzde 80’i kadınlardan oluşuyor. Kadınların eğitim eksikliği ve inanç temelli baskı altında olmaları, yüzme gibi hayatta kalma becerilerinden yoksun bırakıldığından afetlerde boğularak can vermelerine sebep oluyor. Gelişmekte olan ülkelerde kadınların her gün ortalama altı kilometre ve daha fazla mesafe kat edip suya ulaşmaya çalışmaları hem iş yükünü arttırmakta hem de tacizlerin ve güvensizliğin önünü açmaktadır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu verilerine göre 2015’te yaklaşık 4,5 milyon çocuk on beş yaşından önce (yoksulluğun artışı ile orantılı) evlendirilmekte. Krizin yoğun yaşandığı yerlerde okula giden kız çocuğu sayısı oldukça düşmüştür. UNICEF’e göre 2050 yılında ise bu rakamların ikiye katlanacağı öngörülmekte. Örnekler maalesef ki çoğaltılabilir durumda. Peki, bizler iklim kıyımına bağlı artan yoksulluğun, şiddetin, güvencesizliğin karşısında hangi noktada durmalıyız? Dünya genelinde kadınların afetlerden daha fazla zarar görmesine sebep olan güç ilişkileri, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve tabii sosyo-ekonomik ötekileştirmenin karşısında ekolojik mücadele ile kadın yaşam hakkı mücadelesini bir arada ele almamız gerekmektedir.

Krizin başarılı şekilde yönetilmesi eril tahakkümden sıyrılmaktan ve kadınlara bu yıkımın kurbanı olmaktan çıkmaları çözümde aktif özneler olabilmelerinden geçmektedir. Buna bağlı olarak günümüzde iklim etkileriyle mücadele toplumsal cinsiyet faktörüne daha fazla odaklanmaya başladı. Özellikle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı’nda Birleşmiş Milletler İklim Krizi Müzakeresi’nin uygulanmasında kadınların tam, eşit ve anlamlı katılımı Birleşmiş Milletler organında toplumsal cinsiyet bakış açısının yaygınlaştırılması hedefleri yer almaktadır.

Dünya genelinden kendi ülkemize doğru bakacak olursak toprağını, ormanını, suyunu yani yaşam alanını savunanlar en ön saflarda olan kadınlar oluyor. Kadınlar feminist mücadele içinde ekolojik mücadeleyi birbirinden ayırmadan doğasını, toprağını, suyunu, dünyayı savunmaya devam edebildikleri ölçüde mücadele hattını büyütecekler. Savunmada olmazlar ise yıkıma uğrayacak olanın kendileri ve dünyamız olduğunun farkındalar. Örgütlü feminist bir ekoloji mücadelesinin yerini daha güçlü bir şekilde bulacağına inanıyorum.

Paylaş

İlgili Yazılar