Yakılacak bir ateş var; hazırsak kelebekler zamanına

25 Kasım, Dominik’te Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadelenin öncülerinden olan Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşlerin diktatöryel sistem tarafından katledildiği tarihtir.

Bu yazıya 25 Kasım söz konusu olduğu için günün tarihsel yönlerine bakma ihtiyacı ile başlamak istedim aslında. Sonrasında ise 25 Kasım’a dair konuşabileceğimiz her şey ile devam edilebilir. Tarihçesi, önemi, bizim için ne ifade ettiği… Lakin başka şeyleri anlatmak istiyorum kelebekler zamanına yakışan.

25 Kasım’larda, 8 Mart’larda, 1 Mayıs’larda ya da akla gelebilecek tüm saldırı biçimleri ile karşılaşıldığında kadınların sokaklarda, meydanlarda tüm direngenlikleri ile yerini aldığını ve toplumsal muhalefetin en ileri unsuru olduğu gerçeğini her kesim kabul etmek zorunda. Karşımıza çıkan özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli şiddet biçimlerinde kendi savunma mekanizmalarımızı ortaya çıkarmak bizler için bir tercihten ziyade mecburiyet halinde. Her fırsatta isyanımızın sesini yükseltmek, feminist mücadeleyi uzanabileceği her alana yaymak sokakların içinden, barikatların önünden ve her birimizin etrafta yankılanan sloganlarından geçiyor. Elbette bulunduğumuz her alan bizim için birer mücadele alanı ancak etrafımızı saran şiddet çemberi ve ataerkil kuşatmaya dair en önemli gücümüzü kararlılıkla yürüdüğümüz sokaklardan alıyoruz. Bu yüzden omuz omuza yürüdüğümüz, katillerin, istismar faillerinin önüne değil bizlerin önüne dizilen barikatları aştığımız günler kazanımlarımız arasında yerini alıyor.

Tam da bu noktada sadece fiili olarak sokaklarda olmaktan değil orada olmanın verdiği hissi tanımlayabilmekten bahsetmeliyiz belki de. Çünkü bizi birbirimize bağlayan, tanıdık ya da tanımadık onlarca kadınla bir arada olmanın verdiği güveni hissettiren başka bir şey. Her eylem sonrası birçok fotoğrafın arasından dövizlerin görselleri, üzerinde yazanlarla birlikte göz dolduruyor. Ya da algıda seçicilik mi bu? En çok inandığımızı mı arıyor gözlerimiz, bu yaşanır dediğimiz sloganlar mı yankılanıyor kulaklarımızda? Karamsarlığa düşen kadınlara kalabalığı hatırlatan, karanlıktan korkarsan bu kenti ateşe veririz diyen kadınlar. Biz. Bu nedenle biz olmanın keyfini ve güvenini en çok yaşadığımız yer sokaklar oluyor.

Burada altı çizilmesi gereken yer bizler için ne denli tehlikeli hale geldiğini bildiğimiz, sadece yürürken bile birinin canı istediği için öldürülebildiğimiz sokakların aynı zamanda bu şekliyle en güvenilir yerler haline gelmesi. Aradaki fark direngenliğimizi, cüretimizi ve gücümüzü aldığımız yer. Yüzlerini belki de ilk defa gördüğümüz kadınların elini tutabileceğimizi, beraber üzerimize dayanan kalkan sırasına omuz atabileceğimizi bilmenin hissi. Geçmişten bugüne şiddet karşısında hissettiğimiz öfkeyi, özsavunmayı diğer kadınların da gözlerinde kararlılıkla görüyoruz. Aslında birbirimize ilham oluyoruz. Direniş öykülerimiz birbirine karışıyor ve bir arada yeni bir öykü yazıyoruz. Kahramanların yaşadığı döngüyü kırıyor, yaşanacak maceraları biz belirliyoruz. Bilirsiniz megafondan yükselen tek bir sesle başlayan isyan kelimesinin başlattığı dalgayı. Çatlaklar arasından kıvılcımlar sızdırıyoruz. Çatlakları birbirimize gösterip ellerimizle yarıyoruz karanlığı. Sokakta yapıyoruz işte bunları. İstila edilmeye çalışılan hayatlarımız için, tahakküm altına alınmaya çalışılan irademiz ve kararlarımız için, özgürce yaşamak istediğimiz aşklarımız, sevişmelerimiz, kahkahalarımız için. Yaşamak için. Ben yaşadıkça sen kudur demek için.

Dalgalar halinde gelen erkek ittifaklarının, ucu bucağı görünmeyen şiddetin, baskının, faşizmin, emek sömürüsünün, ekolojik talanların, yoksullaştırılmanın, güvencesizliğin ve geleceksizliğin karşısında sokağın sahibi biziz. Alanların sesi biziz. İsyanın gücü biziz. Gücümüzü biliyoruz, en çok o sokakta yanımızda duranları görünce anlayacağız bunu.

25 Kasım için onlarca cümle kurabiliriz dedik ya. Anlatabiliriz şiddet kuşatmasını, göz dikilen haklarımızı, gasp edilen hayatlarımızı, dizayn edilmek istenen bedenlerimizi. Ama bir sokakta tek vücut olmayı, hem rengarenk hem mor bir dalga olmayı, hem yüzlerce akıl hem büyük bir kararlılık olmayı anlatmak daha güzel. Budur kelebekler zamanına yakışan. Üç kadının yaktığı ateşi elden ele taşımak, kıvılcımlarla birbirimize dokunmak. 25 Kasım’da arkaya elimizi uzatınca tutacak olan sensin, benim. Hazır mı herkes kelebeklerin zamanına?

Paylaş

İlgili Yazılar